Pablocu Oportünizm ve DEUK’un Kuruluşu

Pablocu Oportünizm ve DEUK’un Kuruluşu

117. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Dördüncü Enternasyonal karmaşık bir durumla karşı karşıya kaldı. Stalinist partilerin ihanetleri nedeniyle 1940’ların sonunda burjuvazi iktidarını yeniden sağlamlaştırmayı ve savaş sonrası ekonomik büyümenin temellerini atmayı başarmıştı. Yeni durumun yarattığı siyasi basınçlar, Dördüncü Enternasyonal içinde Michel Pablo ve Ernest Mandel’in önderlik ettiği revizyonist bir eğilimin ortaya çıkmasında ifadesini buldu. Pablocular, Troçki’nin Stalinizmin karşıdevrimci karakterine ilişkin değerlendirmesini terk ettiler ve nihayetinde, Marksizmin temel ilkelerini revize etmeye girişerek Troçkizmi ve Sürekli Devrim Teorisi’ni reddettiler. İşçi sınıfının devrimci önderliği olarak Dördüncü Enternasyonal’in inşası uğruna mücadelenin yerine, tüm Troçkist örgütleri bulundukları yerlerdeki Stalinist, Sosyal Demokrat ya da burjuva milliyetçi hareketler içinde kendilerini tasfiye etmeye yönelten bir politika geliştirdiler.

118. Pablo ve Mandel’in revizyonizmi; 1939-40’ta ABD’deki SWP içinde Max Shachtman ve James Burnham önderliğinde ortaya çıkan küçük burjuva muhalefet, 1941’de Almanya’nın Uluslararası Komünistleri’nin (Internationale Kommunisten Deutschlands, IKD) “Geriye Dönüşçüler” olarak da bilinen “Üç Tez” grubu ve yine SWP içinde 1944’te ortaya çıkan Felix Morrow-Albert Goldman eğilimi ile belirli bir siyasi sürekliliği ifade ediyordu. Hepsini birbirini bağlayan temel siyasi anlayış, işçi sınıfının devrimci potansiyelinin inkârıydı. Bununla birlikte, “Onların işçi sınıfının devrimci potansiyelini reddetme biçimleri farklıydı. Shachtman, Sovyetler Birliği’nin, yeni bir egemen sınıf haline gelme sürecindeki ya da şimdiden o hale gelmiş olan bürokratik seçkinlerin denetimindeki yeni bir ‘kolektivist’ toplum biçimini temsil ettiğini düşünüyordu. Shachtmancı teorinin bir türevi, Sovyetler Birliği’nin ‘devlet kapitalizmi’nin bir biçimi olduğuydu. Morrow-Goldman eğiliminin izlediği ‘Üç Tez’ grubu, sosyalist devrimin tarihsel olarak kaybedilmiş bir dava olduğu sonucuna varmıştı.”[1] Faşizmin görünüşteki zaferine demoralize bir tepki veren “Geriye Dönüşçüler”, Lenin ve Troçki’nin emperyalist savaş ve dünya sosyalist devrimi çağı kavrayışını reddederek sosyalizm uğruna mücadelenin yerini, tarihsel bir geriye dönüş yoluyla, “ulusal bağımsızlık” dürtüsünün almış olduğu sonucuna varıyordu. 1943 tarihli bir dokümanda IKD, Dördüncü Enternasyonal’in “Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri” çağrısına karşı çıkarak şunları savundu:

Avrupa, “sosyalist devletler” biçiminde birleşmeden önce, yeniden bağımsız ve özerk devletlere ayrılmak zorundadır. Bu, bütünüyle, ayrılmış, köleleşmiş, geriye fırlatılmış halkların ve proletaryanın kendilerini bir ulus olarak yeniden kurmaları meselesidir…

Görevi şu şekilde formüle edebiliriz: tüm geriye çevrilmiş gelişmeyi yeniden kurmak, burjuvazinin tüm kazanımlarını (işçi hareketi dahil) yeniden elde etmek, en yüksek başarılara ulaşmak ve onları aşmak…

Bununla birlikte, en acil siyasi sorun, sanayi kapitalizminin ve bilimsel sosyalizmin yüzyıllık bahar döneminin sorunudur: ulusal kurtuluşun ve işçi hareketinin kurulmasının kaçınılmaz önkoşulu olarak siyasi özgürlüğün elde edilmesi, demokrasinin kurulması (Rusya için de).[2]

119. IKD’nin önderi Josef Weber sonradan “Dördüncü Enternasyonal ölüdür; dahası, hiçbir zaman var olmamıştır”[3] iddiasıyla Dördüncü Enternasyonal’den ve Marksizmden tamamen koparak yarı anarşist bir çevreci ütopyacılığı savunurken, onun başlıca öğrencilerinden biri olan Murray Bookchin, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan’a 1999’da Türkiye devleti tarafından yakalanıp hapsedilmesinin ardından “Demokratik Konfederalizm” düşüncelerini geliştirmesinde ilham verecek ve Öcalan kendisini Bookchin’in “öğrencisi” ilan edecekti. Burada, politikaya sınıfsal çıkarların mantığının hükmettiğinin mükemmel bir örneği söz konusudur: “Geriye dönüşçü düşünceler, 1950’lerin başlarına gelindiğinde, anarşist ve ekolojik teori çerçevesinde yeniden biçimlendi ve Marksizm karşıtı Bookchin’in çabalarıyla, Joseph Weber’in kavramları, siyasi faaliyetleri büyük emperyalist devletler ile sonu gelmez manevraları ve işbirliğini içeren Kürt milliyetçileri de dahil olmak üzere küçük burjuvazinin çeşitli kesimleri arasında daha geniş bir toplumsal ve siyasal dayanak buldu.”[4]

120. Dördüncü Enternasyonal, Doğu Avrupa’nın tampon devletleri olarak adlandırılan ülkelerdeki Stalinist rejimleri, 1947-1948’de sanayinin ulusallaştırılması ve bürokratik devlet planlamasının başlatılması yönündeki ani dönüşlerinin ardından, ancak dikkatli bir değerlendirmeden sonra “deforme işçi devletleri” olarak nitelendirmişti. Proleter bir devrimin ürünü olan Sovyetler Birliği’nin aksine, bu devletler en başından “deforme” olmuşlardı. Mülkiyet ilişkilerinde yapılan değişiklikler, Bolşevik tipte bir partinin önderlik ettiği proleter iktidarın kitlesel organları olan sovyetlerden kaynaklanmıyor, işçi sınıfının her türlü bağımsız faaliyetini bastıran Stalinist partiler tarafından yukarıdan dayatılıyordu.

121. Ancak Pablo, geçici karakterdeki rejimlere yönelik koşullu değerlendirmeyi, Stalinizme tarihsel olarak ilerici bir rol yükleyen “yüzyıllar boyu” sürecek “deforme işçi devletleri” biçiminde uzun vadeli bir perspektife dönüştürdü. Soğuk Savaş koşullarına uyum sağlayan Pablo, uluslararası proletaryanın kapitalizme karşı mücadelesini, “asıl olarak kapitalist rejim ile Stalinist dünyadan oluşan” yeni bir “nesnel gerçeklik” ile değiştirdi.

122. Pablo’nun çözümlemesi, sınıf çatışmasını, işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını ve böylece Dördüncü Enternasyonal’in tarihsel gerekliliğini ortadan kaldırıyordu. Ona göre, Dördüncü Enternasyonal’in görevi, var olan Stalinist örgütler içinde bir baskı grubu olarak çalışmaktı. Pabloculuk, Stalinist bürokrasiye atfetmiş olduğu yanlış iddiaları, yarı sömürgelerdeki ve az gelişmiş ülkelerdeki burjuva milliyetçi hareketlere genişletti. Pablo, sınıfsal bir çözümleme yerine, “gerçek kitle hareketlerine uyarlanma”dan söz ediyordu. Dördüncü Enternasyonal’in Ağustos-Eylül 1951’deki Üçüncü Dünya Kongresi’ne sunulan bir raporda, bu yaklaşımdan çıkardığı sonuçları şöyle açıkladı: “Artık, biçimsel bağımsızlık ya da başka türlü bütün örgütsel değerlendirmelerin, ortaya çıktığı her yerde kitle hareketiyle gerçek bütünleşmeye ya da bu hareketin etkide bulunulabilecek önemli bir akımıyla bütünleşmeye tabi kılınması gereğini bir bütün olarak ya da kısmen, ciddi, köklü ve somut bir şekilde anlamayan tek bir Troçkist örgüt bulunmuyor.”[5]

123. Bu yönelim, işçi sınıfının geri kalmış kapitalist ülkelerdeki burjuva ve küçük burjuva önderliklerden siyasi bağımsızlığı uğruna verilen mücadelenin ve Sürekli Devrim Teorisi’nin tamamen reddedilmesini temsil ediyordu. Bu tasfiyecilik Latin Amerika’da “her türlü sekterlikten arınmış şekilde, dolaylı ve kafası karışık bir biçimde de olsa kitlelerin özlemlerini ifade eden; örneğin, Peroncu sendikaların, Bolivya’daki MNR hareketinin ya da Peru’daki APRA’nın, Vargas’ın ‘işçici’ hareketinin ya da Venezuela’daki Demokratik Eylem’in yolunu tutabilen bütün kitle hareketleri ile bütünleşme ve onların içinde faaliyet gösterme”[6] çağrısı yaparken, “Güney Afrika’da, Mısır’da, Kuzey Afrika’daki sömürgelerde ve Ortadoğu gibi başka yerlerde, devrimci bir partinin olası kuruluşunun, artık ulusal, emperyalizm karşıtı kitle hareketlerinin koşulsuz desteklenmesi ve bu hareket ile bütünleşme yolunu tuttuğunu” ilan etti.[7]

124. ABD’deki Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) lideri James P. Cannon’ın Kasım 1953’te dünyanın dört bir yanındaki Troçkistlere yayımladığı Açık Mektup, Pablocu oportünizme ve tasfiyeciliğe karşı Dördüncü Enternasyonal’in sürekliliğini sağlama adına tarihi bir adımı temsil ediyordu. Açık Mektup, öğretiye bağlı Troçkistler için bir toplanma noktası oldu ve Britanya ve Fransa şubelerinin desteğiyle Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) kurulmasına yol açtı. Mektup Troçkizmin temel ilkelerini şöyle özetliyordu:

1) Kapitalist sistemin can çekişmesi, giderek kötüleşen bunalımlar, dünya savaşları ve faşizm gibi barbarca ifadeler dolayımıyla, uygarlığı yıkımla tehdit etmektedir. Atom silahlarının gelişmesi, bugün, bu tehlikeyi olabilecek en vahim biçimde vurgulamaktadır.

2) Bu uçuruma gidiş, yalnızca kapitalizmin yerini dünya çapında planlı sosyalist ekonominin almasıyla; kapitalizmin ilk döneminde açılmış olan ilerleme çevriminin bu yolla yeniden başlatılmasıyla önlenebilir.

3) Bu, yalnızca, toplumdaki tek gerçek devrimci sınıf olan işçi sınıfının önderliği altında gerçekleştirilebilir. Ancak, dünyadaki toplumsal güçler arasındaki ilişkiler, işçilerin iktidar yolunu tutması için hiçbir zaman bugünkü kadar uygun olmamakla birlikte, bizzat işçi sınıfı bir önderlik kriziyle karşı karşıyadır.

4) İşçi sınıfı, kendisini bu dünya-tarihsel amacı gerçekleştirme yönünde örgütlemek için, her ülkede, Lenin tarafından geliştirilmiş türde devrimci sosyalist bir parti; yani, demokrasi ile merkeziyetçiliği (kararların alınmasında demokrasi, onları uygulamada merkeziyetçilik; üyeler tarafından denetlenen bir önderlik ve ateş altında görevlerini disiplinle yerine getirecek üyeler) diyalektik olarak birleştirme yeteneğine sahip savaşçı bir parti kurmak zorundadır.

5) Bunun önündeki başlıca engel, 1917 Ekim Devrimi’nin saygınlığını sömürerek işçilerin sempatisini kazanan, ardından da onların güvenine ihanet ederek ya sosyal demokrasinin kollarına ya duyarsızlığa ya da kapitalizme ilişkin yanılsamalara savuran Stalinizmdir. Bu ihanetlerin cezası, faşist ve monarşist güçlerin sağlamlaşması ve kapitalizm eliyle hazırlanıp teşvik edilen yeni savaşların patlaması biçiminde, işçi sınıfı tarafından ödenmektedir. Dördüncü Enternasyonal, ortaya çıktığı ilk günden beri, Stalinizmin SSCB’nin içinde ve dışında devrimci yoldan alaşağı edilmesini başlıca görevlerden biri olarak belirlemiştir.

6) Dördüncü Enternasyonal’in birçok şubesinin ve onun programına yakınlık duyan partilerle grupların esnek taktiklere olan gereksinimi, onların, Stalinizme teslim olmadan emperyalizme ve onun ulusal oluşumlar ya da sendika bürokrasileri gibi küçük burjuva ajanlarına karşı nasıl mücadele edileceğini; tersten söylersek, emperyalizme teslim olmadan, son tahlilde emperyalizmin küçük burjuva ajanı olan Stalinizme karşı nasıl mücadele edileceğini bilmelerini daha da kaçınılmaz kılmaktadır.[8]

125. Açık Mektup, Pablo’nun Çinli Troçkistlere yönelik “sekterler” ve “devrim kaçkınları” biçimindeki iftiralarına şiddetle karşı çıkarak şunları belirtti:

Troçkistler, Pablo hizbi tarafından kasıtlı olarak yaratılmış izlenimin tersine, Çin proletaryasının gerçek devrimci temsilcileri gibi davranmışlardı. Onlar, kendi hataları olmaksızın, Almanya’da 1918 devriminin Luxemburglarını ve Liebknechtlerini infaz eden Noskelere ve Scheidemannlara özenen Mao yönetimi tarafından, Stalin’in SSCB’de Lenin’in tüm Bolşevikler kuşağını infaz ettiği biçimde kurban edildiler. Ama Pablo’nun Stalinizme yönelik uzlaşmacı çizgisi, onu, Çinli yoldaşlarımızın sağlam ve ilkeli duruşları üzerine acımasızca gri mürekkep dökerken, Mao rejimine gül rengi rötuş yapmaya sürüklemektedir.[9]

126. ABD’deki Sosyalist İşçi Partisi ve DEUK, Maocu rejimin evrimini kapsamlı bir şekilde değerlendirdikten sonra Çin’i bir deforme işçi devleti olarak tanımladı. SWP, 1955 ulusal kongresinde kabul edilen bir kararda, Çin devriminin dünya siyaseti üzerindeki etkisi ve Çin’deki sınıf ilişkilerinin yanı sıra Stalinist ÇKP ve politikalarının dönüşümünü içeren ayrıntılı bir analiz yaptı. Süreci özetleyen belge şu sonuca varıyordu: 1949 devriminden sonra “Nesnel dinamikler, emperyalist müdahaleye karşı mücadelenin iç mantığı, bürokrasiyi kapitalizmden kopmaya, belirleyici üretim araçlarını ulusallaştırmaya, dış ticaret tekeli uygulamaya, planlamayı kurumsallaştırmaya ve bu yolla, Stalinist bir karikatür biçiminde olsa da bugün Çin’de olduğu gibi bir işçi devletinin temelini oluşturan üretim ilişkilerinin ve kurumlarının hayata geçirilmesinin yolunu açmaya zorladı. Çin, Üçüncü Çin Devrimi’nin Stalinist deformasyonu nedeniyle, deforme bir işçi devletidir.”[10]

127. Çin rejiminin 1980’lerde kapitalist mülkiyet ilişkilerini restore eden ve ülkeyi dünyanın önde gelen ucuz emek platformuna dönüştüren sonraki evrimi, Uluslararası Komite’nin ilkeli tutumunu tamamen doğruladı. DEUK, Pabloculara karşı çıkarak, ÇKP rejiminin işçi sınıfı önderliğinde bir siyasi devrim yoluyla devrilmemesi halinde, ulusalcı “tek ülkede sosyalizm” perspektifinin rehberlik ettiği Maocuların, Troçki’nin İhanete Uğrayan Devrim’de öngördüğü gibi, kaçınılmaz olarak kapitalist restorasyonun aracıları haline geleceklerinde ısrar etmişti. DEUK, Çin Devrimi’nin muazzam kapsamını, ardından özel işletmelerin ulusallaştırılmasını ve ekonomik planlamanın kurumsallaştırılmasını önemsemeyen ve bunu yaparken deforme işçi devletine karşı açıkça ya da örtülü olarak emperyalizmin safında yer alan çeşitli “devlet kapitalizmi” teorisi savunucusu eğilimlere de karşı çıktı.


[1] David North, “Savunduğumuz Miras’ın Türkçe basımına önsöz”, Savunduğumuz Miras – Dördüncü Enternasyonal’in Tarihine Katkı (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2017), ss. xx-xxi.

[2] Capitalist Barbarism or Socialism”; The New International, Cilt 10, No. 10, Ekim 1944 (vurgular özgün metinde): Aktaran: David North, Savunduğumuz Miras içinde, s. xv. www.marxists.org/history/etol/newspape/ni/vol10/no10/ikd.htm

[3] Joseph Weber, Dinge der Zeit, Kritische Beiträge zu Kultur und Politik; Argument, Hamburg, 1995, s. 21. Aktaran: David North, “Savunduğumuz Miras’ın otuzuncu yıldönümü baskısına önsöz.” Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2018/07/11/heri-j11.html 

[4] Savunduğumuz Miras, s. xx. Düzeltilmiş çeviri.

[5] Aktaran: David North, age., ss. 208-209. 

[6] Aktaran: David North, age., s. 210. 

[7] Agy.

[8] Tarihsel ve Uluslararası Temellerimiz – Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD) içinde, (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2017) ss. 105-107. Çeviren: Halil Çelik.

[9] Aktaran: David North, Savunduğumuz Miras, s. 260.

[10] The Third Chinese Revolution and its aftermath, Education for Socialists, Socialist Workers Party National Education Department, 1976, s. 7. Bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2019/10/09/swpr-o09.html