225. Tüm ulusal temelli örgütlerin küreselleşmenin etkisiyle uğradığı dönüşüm ve SSCB’nin dağıtılmasının siyasi sonuçları, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin ulusal sorun ve kendi kaderini tayin hakkı meselesinde Marksist-Troçkist yaklaşımı yeniden değerlendirmesini gerektirdi. Lenin, kendi kaderini tayin hakkını ulusal baskıya karşı işçi sınıfının birliğini sağlamanın bir aracı olarak savunmuştu. Yaklaşık yüz yıl önce bu hakkın geçerli olduğunu belirttiği yerler, asıl olarak, kapitalizmin yeni gelişmekte olduğu ülkeler ile sömürgeler ve yarı sömürgelerdi. Dahası, İkinci Dünya savaşı sonrası Stalinistlerin ve Pablocuların tahrifatlarının aksine, işçi sınıfı her türlü ulusal hareketi desteklemekle yükümlü değildi. Komünist Enternasyonal’in 1920’de düzenlenen İkinci Kongresinde Lenin, DEUK’un da yaklaşımına yol gösteren Marksist bakış açısını şöyle özetliyordu:
Burjuvazinin boyunduruğunun kırılması yolundaki proleter sınıf mücadelesinin bilinçli ifadesi olan Komünist Partisi, burjuva demokrasisine karşı mücadele, onun yalanlarını, ikiyüzlülüğünü açığa çıkartma temel görevine uygun olarak, milliyetler sorununda da soyut ve biçimsel ilkeleri ön plana çıkartamaz. Tersine, ilk olarak, tarihsel olarak verili ortamın, en başta da ekonomik ortamın kesin bir analizini yapmalıdır; ikinci olarak, ezilen sınıfların, emekçilerin, sömürülenlerin çıkarlarını, aslında egemen sınıfın çıkarlarını ifade eden sözde ulusal çıkarlar genel kavramından özellikle ayırt etmelidir; üçüncü olarak, mali sermaye ve emperyalizm çağının karakteristiği olan, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun en zengin ve en ileri kapitalist ülkelerin küçük bir azınlığı tarafından sömürgeci ve mali köleleştirilmesini gizleyen burjuva-demokratik yalanları dengelemek için, haklar bakımından eşit olmayan ezilen, bağımlı ulusları, tam haklara sahip ezen, sömüren uluslardan kesin bir şekilde ayırmalıdır.[1]
226. Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının ardından Sri Lanka’daki Tamil Kaplanları (LTTE) ve Ortadoğu’daki FKÖ ile PKK gibi ulusal hareketler, rekabetçi ve ucuz işgücü kaynağı olarak “kendi” işçi sınıflarını sunma temelinde büyük güçlerle uzlaşma arayışına girerken anti-emperyalist iddialarını bir kenara bıraktılar. Aynı zamanda Doğu Avrupa, Balkanlar ve eski Sovyet cumhuriyetlerinin yanı sıra Asya, Latin Amerika ve Afrika’da da açıkça büyük güçlerin desteğini isteyen yeni ayrılıkçı eğilimler ortaya çıktı. DEUK, küreselleşmenin gelişmesinin, “var olan devletlerin parçalanması peşinde koşan yeni türde ulusalcı hareketlere nesnel bir itki sağladığını” belirtti:
Küresel olarak hareket eden sermaye, daha küçük bölgelere, kendilerini doğrudan dünya pazarına bağlama becerisi sağlamıştır. Hong Kong, Singapur ve Tayvan, yeni kalkınma modelleri haline gelmiş durumda. Uygun ulaşım bağlantılarına, altyapıya ve ucuz bir emek arzına sahip, çevresi kuşatılmış küçük bir sahil bölgesi, çokuluslu sermayeye, daha az üretken bir iç bölgeye sahip geniş bir ülkeden daha çekici bir üs sağlayabilir.[2]
227. Uluslararası Komite, işçi sınıfının uluslararası birliği için, ayrılıkçı hareketlere karşı son derece eleştirel hatta düşmanca bir tavır almak gerektiğini vurguladı. “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” sloganının dogmatik biçimde yinelenmesi, ulusal taleplerin somut tarihsel, sosyoekonomik ve siyasi analizinin yerini tutmuyordu. Bu, günümüz ulusal-ayrılıkçı hareketlerinin genel olarak açıkça gerici sosyoekonomik ve siyasi düşüncelerle karakterize edildiği bir dönemde çok daha önemliydi. Farklı tarihsel dönemlerdeki ulusal hareketlerle karşılaştırma yapan DEUK, şunları yazdı:
Hindistan’da ve Çin’de, ulusal hareketler, ulusal burjuvazinin önderliği altında gerçekleştirilemeyecek olduğu kanıtlanmış bir görev olan farklı halkları emperyalizme karşı ortak bir mücadelede bir araya getirme ilerici görevini ortaya atmışlardı. Milliyetçiliğin bu yeni biçimi ise, var olan devletleri yerel sömürücüler yararına bölmek amacıyla etnik, dilsel ve dinsel çizgide ayrılıkçılığı canlandırmaktadır. Bu tür hareketlerin ne emperyalizme karşı mücadeleyle ne de ezilen kitlelerin demokratik özlemlerinin cisimleşmesiyle herhangi bir ilişkisi vardır. Onlar işçi sınıfını bölmeye ve sınıf mücadelesini etnik-topluluksal çatışmalara yöneltmeye hizmet etmektedirler.[3]
228. Geçtiğimiz on yıllar, DEUK’un Sürekli Devrim Teorisi temelinde burjuva milliyetçiliğine karşı proletarya enternasyonalizmini savunmasının kritik önemini kanıtladı. Dünya çapında sayısız sahte sol örgüt, “kendi kaderini tayin hakkı”nı savunma adına açıkça emperyalizm yanlısı siyasi eğilimlere dönüştü. Bunun en açık örneklerinden biri, Ortadoğu’da Kürt milliyetçiliğinin ABD ve Avrupalı emperyalist güçlerin vekil gücü haline gelmesinin bu sahte sol eğilimler tarafından yüceltilmesinde görülmektedir. Kürt milliyetçiliğinin emperyalizm yanlısı programını reddeden Sosyalist Eşitlik Partisi, Kürt halkına yönelik devlet baskısına uzlaşmaz biçimde karşı çıkmakta ve onun temel demokratik ve kültürel haklarını savunmaktadır. Kürt halkının ve bölgedeki diğer ezilen halkların demokratik özlemlerini gerçekleştirmenin tek yolu, işçi sınıfının emperyalizme ve bölgedeki her türden gerici kapitalist güçlere karşı devrimci mücadelede birleşerek Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’nu kurmasıdır.
[1] V. I. Lenin, “Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Tezler,” 28 Temmuz 1920’de kabul edildi. Bkz. Jane Degras (derleyen ve yayına hazırlayan), The Communist International 1919-1943 Documents, Cilt I 1919-1922 (Oxford University Press, 1956), s. 140.
[2] Globalization and the International Working Class: A Marxist Assessment, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Açıklaması (Oak Park, MI: Mehring Books, 1998), s. 108.
[3] Age., s. 109.