Emperyalist Savaş ve Sosyalist Devrimin On Yılı

Emperyalist Savaş ve Sosyalist Devrimin On Yılı

242. ABD emperyalizmi, 1990-1991 Körfez Savaşı’ndan beri neredeyse aralıksız bir savaş halindedir. ABD egemen sınıfı, küresel egemenlik yöneliminin önündeki başlıca engel olan SSCB’nin sona ermesine, giderek tırmanan bir militarizm patlamasıyla yanıt verdi. Bu, Amerikan kapitalizminin dünya ekonomisinde uzun süredir devam eden göreli gerilemesinin rakipsiz askeri gücüne başvurarak dengelenebileceği anlayışına dayanıyordu. Ne var ki, kapitalizmin, yirminci yüzyılda iki dünya savaşına yol açan temel çelişkisi -dünya ekonomisi ile ulus devlet sistemi ve toplumsal üretim ile özel mülkiyet arasındaki çelişki- çözülmemişti.

243. DEUK, Sovyet sonrası Rus kapitalist oligarşisinin de benimseyeceği yeni bir küresel barış ve refah dönemi iddialarını kategorik olarak reddetti. 1991’de yayımlanan “Emperyalist Savaşa ve Sömürgeciliğe Karşı Çıkın!” başlıklı 1 Mayıs bildirgesinde şunları ilan etti:

Irak’ın devam eden de facto bölünmesi, emperyalistler tarafından dünyanın yeni bir paylaşımının başlangıcına işaret etmektedir. Emperyalizmin oportünist savunucularına göre geçmiş bir döneme ait olan fetihler ve ilhaklar bir kez daha gündemdedir…

Muzaffer bir uluslararası proleter devrim ve kapitalizmin yıkılması dışında bir Üçüncü Dünya Savaşı’nı önlemenin yolu yoktur. Savaşı önlemeye yönelik diğer tüm öneriler -nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmaları ve silahsızlanma önerilerinden burjuvaziye yönelik pasifist çağrılara, vicdani ret ve dua nöbetlerine kadar- sinizmden ya da kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.[1]

244. Bu değerlendirmenin doğruluğu, geçtiğimiz yaklaşık 35 yılın deneyimleriyle keskin bir şekilde kanıtlanmıştır. 1991 Körfez Savaşı’nı, ABD ve NATO üyesi emperyalist güçlerin Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ve Orta Asya’da dizginsiz saldırganlığı takip etti: Yugoslavya’nın emperyalizm destekli gerici ulusal hizipler arasında parçalanmasını NATO’nun 1999’da Sırbistan’ı bombalaması izledi. ABD’nin 2001’de Afganistan’ı ve 2003’te Irak’ı istilasının ardından 2011’de Libya’ya yönelik saldırı ve Suriye’deki rejim değişikliği savaşı geldi. ABD’nin Ortadoğu’daki önemli müttefikleri olan İsrail’in Filistin halkına ve Suudi Arabistan’ın Yemenlilere yönelik saldırganlığı tırmanırken, İran’a, Rusya’ya ve Çin’e karşı savaş hazırlıkları devam etti.

245. Şubat 2014’te Ukrayna’da ABD ve Almanya tarafından tezgahlanan aşırı sağcı darbe, ABD-NATO’nun Rusya’ya karşı savaş yöneliminde kritik bir dönüm noktası oldu. DEUK, Temmuz 2014 tarihli “Sosyalizm ve emperyalist savaşa karşı mücadele” başlıklı açıklamasında, kapitalist sistemin çözümsüz çelişkilerinden kaynaklanan yeni bir dünya savaşı riskine karşı uyarıda bulunarak savaşa karşı mücadeleyi siyasi faaliyetinin merkezine yerleştirdi. Bildiri şöyle açıklıyordu:

Bu, en güçlü ifadesini, ABD emperyalizminin, başta Rus ve Çin devrimleri eliyle on yıllar boyunca dışlanmış olduğu alanlar olmak üzere, Avrasya bölgesine egemen olma dürtüsünde buluyor. Batıda, ABD, Almanya ile işbirliği içinde, Ukrayna’yı kendi denetimi altına almak için, başını faşistlerin çektiği bir darbe örgütlemiş durumda. Ama onun tutkuları burada durmuyor. Nihai hedef, geniş kaynaklarını yağmalamak üzere, Rusya Federasyonu’nu parçalamak, onu bir dizi yarı sömürgeler haline getirmektir. Doğu’da, Obama yönetiminin “Asya’ya dönüş”ü, Çin’i kuşatmayı ve onu bir yarı sömürgeye dönüştürmeyi amaçlıyor.[2]

246. DEUK tırmanan emperyalist savaşa işçi sınıfı içinde dünya sosyalist devrimi programı uğruna mücadeleyi derinleştirerek yanıt verirken, sayısız orta sınıf siyasi eğilim kapitalist devletin ve savaşın açık savunucuları olarak ortaya çıktı. Bunun arkasında, esasen, önceki on yıllar boyunca emperyalist merkezlerde ve dünya çapında sendikaların yardımıyla sınıf mücadelesinin bastırıldığı ve dizginsiz bir kapitalist sosyal saldırının uygulandığı koşullarda toplumsal eşitsizliğin görülmemiş boyutlara ulaşması yatıyordu. David North’un 2012 SEP (ABD) Ulusal Kongresi’nin açılış raporunda açıkladığı gibi:

Geçtiğimiz çeyrek yüzyıl, Amerika Birleşik Devletleri içinde ve uluslararası düzeyde, toplumun aşırı kutuplaşması eliyle nitelendi. Ekonomistlerin ve sosyologların dikkati, elbette, öncelikle, aşırı servetin, şaşırtıcı bir şekilde toplumun en zengin yüzde 1’inde toplanmasına odaklandı. Ama SEP’in ilk kararının gösterdiği üzere, geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca, üst orta sınıfın önemli bir kesimi, hatırı sayılır bir servet elde etmiştir. Bu varlıklı tabaka, en zengin yüzde 1 ile yüzde 5 arasındakilerinki gibi bir servete sahip değil. Fakat işçi sınıfına göre çok iyi kazanıyor. Bu süreç, küçük burjuva solunun tabanını oluşturan bu görece varlıklı toplumsal tabakanın işçi sınıfından maddi, ideolojik ve siyasi yabancılaşmasının zamanla derinleşmesine yol açtı.

İncelediğimiz siyasi süreç, sadece teorik tutarsızlıkların sonucu değildir. Küçük burjuva solunun işçi sınıfının devrimci kapasitesine ilişkin uzun süredir devam eden kuşkuculuğu, onun giderek artan maddi servetinin etkisiyle, yeni ve belirgin sosyoekonomik ve siyasi nitelikler edindi. Hali vakti yerinde sol, ekonomik çıkarları giderek artan bir şekilde servetin ve ayrıcalıkların toplumun en zengin yüzde 10’u içinde daha uygun bir dağılımını sağlama üzerinde odaklandığı ve egemen çevreler tarafından onaylanmış siyasi yapılara her zamankinden daha açık bir şekilde uyarlanmış hale geldiği için, onun işçi sınıfının mücadelelerine olan düşmanlığı, artık, boş sahte sosyalist süslü sözcüklerle gizlenemiyor.[3]

247. DEUK, 2015 yılında, emperyalist ülkelerde ve dünyanın geri kalanında sayısız türü bulunan ve özünde işçi sınıfının devrimci rolünü reddeden bu siyasi eğilimlerin belirli özelliklerini tespit etti:

Sahte sol, orta sınıfın ayrıcalıklı ve hali vakti yerinde kesimlerinin sosyoekonomik çıkarlarını ilerletmek için popülist sloganlar ve demokratik söylemler kullanan partileri ve teorik/ideolojik eğilimleri ifade etmektedir…

Sahte sol, Marksizm karşıtıdır. Tarihsel materyalizmi reddeder ve bunun yerine, varoluşçuluk, Frankfurt Okulu ve çağdaş postmodernizmle ilişkili öznel idealizm ve felsefi irrasyonalizm akımlarının çeşitli biçimlerini benimser.

Sahte sol, sosyalizm karşıtıdır; sınıf mücadelesine karşıdır ve toplumun ilerici dönüşümünde işçi sınıfının merkezi rolünü ve devrimin gerekliliğini reddeder. Bağımsız işçi sınıfı örgütlenmesi ve kapitalist sisteme karşı kitlesel seferberlik yerine, sınıflar üstü popülizmi öne çıkarır. Sahte solun ekonomik programı ise özünde kapitalizm yanlısı ve milliyetçidir.

Sahte sol, “kimlik siyaseti”ni teşvik eder; ulus, etnisite, ırk, toplumsal cinsiyet ve cinsellik gibi konulara odaklanarak şirketler, üniversiteler, yüksek maaşlı meslekler, sendikalar ve devlet kurumlarında daha fazla etki kazanmayı hedefler. Bunun amacı, toplumun en zengin yüzde 10’u arasında servetin kendi lehlerine yeniden dağıtılmasını sağlamaktır. Sahte sol, toplumsal ayrıcalıkların ortadan kaldırılmasını değil, onlara daha fazla erişim sağlamayı amaçlar.

Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Avustralya’daki emperyalist merkezlerde, sahte sol genellikle emperyalizm yanlısıdır ve “insan hakları” söylemlerini, yeni-sömürgeci askeri operasyonları meşrulaştırmak ve hatta doğrudan desteklemek için kullanır.[4]

248. 1991 öncesinde NATO’nun SSCB’ye karşı bir ileri karakolu işlevi gören Türkiye’nin egemen sınıfı, Sovyet sonrası dönemde de emperyalist saldırganlığın kritik bir bölgesel destekçisi oldu. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” ve Erdoğan döneminde daha baskın hale gelen “Yeni Osmanlıcılık” kavramları, Türk burjuvazisinin ABD emperyalizmi ile işbirliği içinde Orta Asya cumhuriyetlerinde ve eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarındaki ülkelerde nüfuzunu artırma arayışını ifade ediyordu. Egemen sınıf, kendi gerici çıkarlarının peşinde, 1990-91 Körfez Savaşı’ndan Yugoslavya’nın parçalanmasına ve 1999’da Sırbistan’ın bombalanmasına, 2001’de Afganistan’ın ve 2003’te Irak’ın istila edilmesine ve 2011’de Tunus’ta ve Mısır’da meydana gelen devrimci işçi sınıfı ayaklanmalarının ortasında Libya ve Suriye’de emperyalist rejim değişikliği savaşlarının kışkırtılmasına suç ortaklığı yaptı. Bununla birlikte, Erdoğan hükümetinin emperyalist müttefiklerinin tüm zikzaklarına uyum sağlayamaması ve ABD ile Rusya ve Çin arasında manevra yapma politikası çerçevesinde Moskova ve Pekin ile yakınlaşma işaretleri vermesi, 15 Temmuz 2016’da NATO destekli başarısız bir askeri darbe girişimine yol açtı. Kitlesel protestoların ortasında darbe girişimini yenilgiye uğratan Erdoğan, bunu otoriter bir polis devleti inşa etme ve siyasi muhalefeti bastırma yönelimini tırmandırmak için kullandı. Ankara o zamandan beri ABD ile Rusya arasında “arabuluculuk” siyasetini sürdürse de özünde NATO emperyalizmine tabi ve onun hizmetinde olduğunu defalarca kanıtladı.

249. Kasım 2002’de iktidara gelen Erdoğan dönemi boyunca, çeşitli “demokratikleşme” söylemlerinin eşliğinde, giderek güçlenen bir otoriter rejim inşasına tanık olundu. Kökleri küresel kapitalizmin derinleşen krizinde ve egemen sınıfın çıkarlarında yatan diktatörlük yönelimi, özellikle 2008 Wall Street çöküşü sonrası tırmanan toplumsal eşitsizlikle ve Ortadoğu’da derinleşen yeni sömürgeci emperyalist savaşla iç siyasi krizi ve çatışması derinleşen burjuvazinin bu gelişmelere yanıtını ifade ediyordu. Bütün bu dönem, burjuvazinin hiçbir hizbinin emperyalizmle ittifaka ve militarizm ve diktatörlük yönelimine karşı bir alternatif oluşturmadığını, aksine bunun organik bir parçası olduklarını kanıtlamıştır. Türkiye’de otoriter bir başkanlık rejiminin inşasında, 2010 anayasa referandumu, 2016 darbe girişimi ve 2017 anayasa referandumu bazı kritik kilometre taşlarını oluşturmaktadır. Daha önce esas olarak seçilmiş Kürt siyasetçileri hedef alan siyasi operasyon, tutuklama ve görevden alma dalgasının 2025’te Cumhuriyet’in kurucusu olan geleneksel Kemalist burjuva partisi CHP’ye doğru genişletilmesi, bu rejimin inşasında yeni bir aşamaya işaret etmiştir.

250. Kemalist asker-sivil bürokrasinin devlet aygıtı üzerindeki hakimiyetinin giderek geriletilmesi ve Erdoğan’a tabi bir otoriter rejimin inşa edilmesi ya da Erdoğan’ın eski müttefiki Gülen hareketi ile 2013 sonrası artan çatışması ve 15 Temmuz darbe girişimi ancak Ortadoğu’da Türkiye’yi de girdabına çeken emperyalist savaş başta olmak üzere uluslararası dinamikler çerçevesinde anlaşılabilir. Halil Çelik’in darbe girişiminin birinci yıldönümünde açıkladığı gibi:

Türkiye’de daha önce düzenlenen tüm askeri darbeleri desteklemiş olan … [emperyalist] devletler, 2000’li yılların kabaca ilk on yılına damgasını vuran bir balayının ardından, Ankara ile derinleşen bir çatışmaya sürüklendiler. Bu çatışmanın odağında da Suriye’deki rejim değişikliği savaşı yatıyordu. AKP iktidarı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesine yönelik rejim değişikliği savaşında, İslamcı vekil güçlerin kullanılmasında ısrar ederken, ABD ile Avrupalı müttefikleri, Ankara’nın bağımsız bir Kürt devletinin inşası korkusunu körükleyecek şekilde, yüzlerini Kürt milliyetçilerine dönmüşlerdi.

NATO’daki emperyalist müttefiklerinin, Mısır’daki Müslüman Kardeşler yönetiminin askeri darbeyle devrilmesini açıkça desteklemesinin ardından Suriye’de yaşanan bu anlaşmazlık Erdoğan’ın NATO ittifakından ve AB’den uzaklaşmasını hızlandırdı. Stratejik önemde bir NATO üyesi olarak Ankara’nın sürekli daha fazla Rusya ile Çin’e yakınlaşması, Erdoğan’ı “ikna etme” olasılığını azaltırken, ondan kurtulma hesaplarını ön plana çıkarmıştı.

Özetle, 15 Temmuz darbe girişimi, basitçe, iktidar partisi içindeki iki önder (Fethullah Gülen ve Recep Tayyip Erdoğan) arasında, iktidar hırsından kaynaklanan bir kavganın değil; NATO’nun önemli bir üyesi olan Ankara’nın dış politikasında yaşanan bu eksen kaymasının sonucuydu.[5]

251. Darbe girişimini bastıran Erdoğan, bunu otoriter bir başkanlık rejimi inşa etmek ve muhalefeti ezmek için kullandı. İki yıl sürecek bir olağanüstü hâl ilan ederken cumhurbaşkanına geniş yetkiler veren bir anayasa değişikliğini referanduma götürdü. Toplumsal Eşitlik Grubu’nun 2017 anayasa referandumuna ilişkin açıklamasında belirttiği gibi:

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini bir diktatör olarak kabul ettirme girişimi, onun kişisel otoriter eğilimlerinin değil; Türkiye’deki kapitalist düzenin ağır krizinin bir ürünüdür. Suriye’de rejim değişikliği amaçlı ABD önderliğindeki emperyalist savaş, geçtiğimiz beş yıl boyunca, Türkiye’nin Kürt bölgelerinde bir iç savaşı ve ülke genelinde İslamcı terör saldırılarını tetikleyen topyekûn bir bölgesel savaşa doğru yayılmıştır. Gelinen noktada, bizzat Erdoğan, kendisini, Saddam Hüseyin’in, Muammer Kaddafi’nin ve Beşar Esad’ın yer aldığı, emperyalizmin Ortadoğu’da öldürülecek devlet başkanları listesinde buldu.

Erdoğan’ın önerdiği anayasa değişikliği, Türkiye’deki göstermelik demokrasinin bile, artık, egemen sınıfın militarizm ve diktatörlük yönelimi ile bağdaşmadığını göstermektedir. Erdoğan, Türkiye’nin Suriye’deki askeri müdahalesini tırmandırmaya ve ülkenin Kürt çoğunluğa sahip bölgelerinin emperyalist destekli olası bir Kürt devleti ile birleşmesini engellemeye çalışırken, artık iç siyasi muhalefete tahammül edememektedir. O, burjuvazinin rakip kesimlerinden gelen ve işçi sınıfı içinde gelişen muhalefeti ezmek için yetkiler peşinde koşmak zorundadır.[6]

252. Açıklama, bu durumun Türkiye’ye özgü olmadığını ifade ederek şunları belirtiyordu:

Militarizm yönelimi ve demokratik haklara yönelik saldırılar, dünya kapitalizminin derin siyasi ve ekonomik krizinden kaynaklanmaktadır. 2008 Wall Street çöküşünden beri, tüm dünyadaki kapitalist hükümetler kemer sıkma politikaları uyguluyor ve devasa bir serveti bir avuç insanın elinde yoğunlaştırıyor. …

Aşırı toplumsal eşitsizlik ve militarizm, uzun bir parlamenter yönetim geçmişine sahip olan Amerika ve Avrupa’daki emperyalist güçler dahil, her ülkedeki kapitalist sınıfın demokratik yönetim biçimlerini terk etmesine yol açmaktadır. …

Altı yıl önce, 2011’de, işçi sınıfının kitlesel devrimci mücadeleleri Tunus ile Mısır’daki ABD destekli diktatörleri devirdiğinde, dünya uluslararası işçi sınıfının devrimci bir karşı saldırısının ilk aşamalarına tanık olmuştu.

Erdoğan’ın diktatörce yetkiler elde etme girişimi, emperyalist devletlerin Mısır devrimine verdiği yanıt olan, savaş yöneliminden kaynaklanmaktadır.[7]

253. 2011 Tunus ve Mısır devrimleri, 2008 küresel ekonomik krizinin sınıf mücadelelerinde yarattığı ilk kabarmaya ve yeni bir devrimci dönemin başlangıcına işaret ediyordu. David North, 1 Şubat 2011 tarihli “Mısır Devrimi” başlıklı perspektif yazısında şunları yazmıştı:

Mısır devrimi, Sovyet bürokrasisinin 1991’de SSCB’yi tasfiyesini takip eden kapitalizm yanlısı zafer gösterisine yıkıcı bir darbe indiriyor. Sınıf mücadelesi, sosyalizm ve Marksizm, modern dünyada konu dışı ilan edilmişti. Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir” sözünde ifade edildiği anlamda “tarih”, sona ermişti. Bundan böyle, medya için hayal edilebilir tek devrimler, siyasi olarak ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından senaryolaştırılan ve daha sonra toplumun kapitalizm yanlısı hali vakti yerinde kesimleri tarafından uygulanan, önceden “renklerle simgelenmiş” olanlardı.

Bu kendinden memnun ve gerici senaryo, Tunus’ta ve Mısır’da çürütülmüştür. Tarih, büyük bir şiddetle geri dönüyor. Şimdi Kahire’de ve Mısır genelinde gözler önüne serilen gerçek şey, devrimdir. Konunun en önde gelen uzmanı Lev Troçki, “Bir devrimin en kesin özelliği, kitlelerin tarihsel olaylara doğrudan müdahalesidir,” diye yazmıştı. Bu devrim tanımı, Mısır’da şu anda yaşananlar için bütünüyle geçerlidir.[8]

254. Bununla birlikte, belirleyici mesele, işçi sınıfının devrimci önderlik sorununun çözülmesiydi. İşçi sınıfının böyle bir önderlikten yoksun olduğu için siyasi iktidarı alamadığı koşullarda, emperyalizm destekli egemen sınıf 2013’teki askeri darbeyle doruk noktasına ulaşan şiddetli bir saldırıya geçerek karşıdevrimin zaferini sağladı. Bu acı deneyim şu dersin doğruluğunu bir kez daha kanıtlamıştır: Kaçınılmaz olarak patlak verecek devrimci mücadeleleri öngörmek yeterli değildir. Kritik görev, bu mücadeleler patlak vermeden önce işçi sınıfı içinde devrimci önderliğin inşa edilmesidir. Bu görev, 1917 Ekim Devrimi’nin ve Troçkist hareketin siyasi mirasını temsil eden Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ne düşmektedir.

255. Uluslararası Komite 2013’te ayrıca Mısır deneyiminin Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’ni bir kez daha doğruladığına dikkat çekerek şunları vurgulamıştı:

  • Dünyada, ezilen ve eski sömürge ülkelerin tamamı dahil, kapitalist sınıfın ya da onun siyasi temsilcilerinin ilerici bir rol oynayacağı herhangi bir ülke yoktur.
  • Bütün ülkelerde, demokratik bir programı ödünsüz olarak uygulayabilecek ve savunabilecek olan tek temel devrimci güç işçi sınıfıdır. Demokrasi mücadelesi, sosyalizm ve işçi iktidarı uğruna mücadele ile birleşir.
  • Herhangi bir ülkedeki mücadeleye uluslararası bir strateji yol göstermelidir. Mısırlı işçiler yönünden, devrim, yalnızca, onların İsrail proletaryası da dahil tüm Ortadoğu işçi sınıfını bölgesel egemen seçkinlere ve onların ABD’deki ve Avrupa’daki efendilerine karşı ortak bir mücadeleye kazanması durumunda başarılı olabilir.[9]

256. Mısır Devrimi’nin bastırılması ile Libya ve Suriye’deki emperyalist destekli rejim değişikliği savaşları arasındaki bağlantıya dikkat çeken DEUK, bugün çok daha şiddetle yankılanan şu uyarıda bulunmuştu:

Emperyalizm, Ortadoğulu kitlelere kendi iradesini dayatmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Mısır’da devrimin patlamasının ardından Libya’da ve Suriye’de girişilen savaşlar bir uyarıdır. İki seçenek var: Ya sosyalist devrim ya da Ortadoğu’nun emperyalist devletler tarafından yeniden paylaşılması ve işçi sınıfının köleleştirilmesi.

Ortadoğu’da ve uluslararası ölçekte, Troçkist Sürekli Devrim perspektifi üzerinde yükselen yeni Marksist işçi sınıfı partileri kurulmaksızın sosyalist bir stratejinin uygulanması düşünülemez.[10]

257. Mayıs-Haziran 2013’te, Mısır’daki işçi sınıfının kitlesel gösterilerinin ve Suriye’deki rejim değişikliği savaşının ortasında, Türkiye’de ülke genelinde neredeyse tüm kentlerde milyonlarca kişinin katıldığı kitlesel protestolara tanık olundu. “Gezi Parkı protestoları”, NATO’ya ve onun Türkiye’deki müttefiki olan hükümetlere yönelik muhalefetin tarihi alanlarından biri olan Taksim Meydanı-Gezi Parkı’nı bir alışveriş merkezi olarak yeniden biçimlendirme planlarına karşı başlamıştı. Protestolar, kısa süre içinde, AKP’nin otoriter politikalarına ve artan toplumsal eşitsizliğe yönelik daha geniş bir hoşnutsuzluğun odak noktası haline geldi. Bununla birlikte, gençlerin ve işçi katmanlarının yanı sıra kentli üst orta sınıf kesimleri de harekete geçiren Gezi Parkı protestoları, heterojen bir hareketti. 80 dolayında orta sınıf derneğini ve küçük burjuva partiyi bir araya getiren Taksim Dayanışması, protestolar sırasında Erdoğan’la görüşerek ve protestocuların daha geniş bir işçi sınıfı hareketine doğru yönelmesini engelleyip Erdoğan’la anlaşmaya varma perspektifini hâkim kılarak protestoları boğmada önemli bir rol oynadı.

258. Toplumsal Eşitlik Grubu, DEUK ile işbirliği içinde, orta sınıf örgütlerin bu sınıf işbirlikçi politikasını teşhir etti ve işçi sınıfının uluslararası sosyalist bir perspektif temelinde bağımsız siyasi müdahalesinin ve kitlesel seferberliğinin gerekliliğini açıkladı.

259. Bill Van Auken’in, protestoların doruk noktasında Taksim Meydanı’nda dağıtılan “Türkiye yol ayrımında” başlıklı perspektif yazısı, Ortadoğu’daki emperyalist savaşın ve İran, Rusya ve Çin’e karşı saldırganlığın derinleşmesini öngörüyor ve bugün de geçerliliğini koruyan şu soruyu gündeme getiriyordu:

Türkiye bir yol ayrımındadır. Mücadeleye katılan Türkiyeli işçiler açık bir tercihle karşı karşıya. Onlar, her zamankinden daha doğrudan bir şekilde, stratejik ve kâr çıkarları arayışı içindeki emperyalizm eliyle teşvik edilen mezhep eksenli kanlı savaşlara; İran’ın, ABD’nin, Rusya’nın, Çin’in ve diğer büyük güçlerin dahil olduğu küresel bir yangının patlamasına yol açabilecek savaşlara sürüklenecekler mi?

Yoksa işçi sınıfı, emperyalizme ve Türkiye burjuvazisinin laik ya da İslamcı bütün kesimlerine karşı yoksul köylüleri ve ezilenleri arkasına aldığı bağımsız bir devrimci mücadele yoluyla kendi sosyalist çözümünü geliştirecek mi?[11]

260. Dünya Sosyalist Web Sitesi, 2020 yeni yıl açıklamasında, “sosyalist devrimin on yılının başladığını” ilan ederek şöyle yazdı:

Yeni yılın gelişi, yoğunlaşan sınıf mücadelesi ve dünya sosyalist devrimi ile geçecek bir on yılın başlangıcına işaret ediyor.

İleride, bilgili tarihçiler, Yirmi Birinci Yüzyıl altüst oluşları hakkında yazarlarken, 2020’ler başlarken yakında dünya genelinde şiddetle ilerleyecek olan devrimci fırtınaya ilişkin var olan “apaçık” tüm belirtileri bir bir sayacaklar. Bilim insanları, çok sayıda olgu, belge, çizelge, web sitesi ve sosyal medya gönderisi ile ellerinin altında bulunan başka değerli dijital bilgilerle, 2010’ları dünya kapitalist sisteminin kontrol edilemeyen ekonomik, toplumsal ve siyasi krizi ile damgalanmış bir dönem olarak nitelendirecekler.

Yüzyılın üçüncü on yılı başlarken, tarihin, Karl Marx tarafından şu satırlarda teorik olarak öngörülmüş olan duruma eksiksiz biçimde gelmiş olduğunu belirtecekler: “Toplumun maddi üretici güçleri, gelişmelerinin belirli bir aşamasında, mevcut üretim ilişkileriyle ya da aynı şeyi yalnızca hukuksal terimlerle ifade eden, şimdiye kadar içinde faaliyet göstermiş oldukları mülkiyet ilişkileriyle çatışmaya girer. Bu ilişkiler, üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olmaktan çıkarak onların prangaları haline gelir. O zaman bir toplumsal devrim dönemi başlar. Ekonomik altyapının değişmesi ile birlikte bütün muazzam üstyapı az çok hızlı bir şekilde dönüşür.”[12]

261. Bunun retorik bir abartı değil ama son derece güçlü bir Marksist değerlendirme olduğu çok geçmeden kanıtlandı. 2020’de patlak veren ve halen devam eden COVID-19 pandemisi, küresel sonuçları olan bir “tetikleyici olay”dı. Nihayetinde tüm ülkelerin hükümetlerinin kapitalist kâr ve servet birikimi sürecini aksatmamak için gerekli halk sağlığı önlemlerini almayı reddetmesi, on milyonlarca insanın önlenebilir ölümüne ve sayısız insanın güçten düşmesine yol açtı. Yalnızca DEUK, en başından beri pandemiyi durdurmak üzere uluslararası işçi sınıfının seferber edilmesine dayanan küresel bir eliminasyon programını öne sürdü ve tutarlı bir şekilde savundu.

262. Küresel toplumu hızla içine çeken pandemi felaketini, Şubat 2022’de ABD-NATO’nun uzun süredir kışkırttığı Rusya-Ukrayna savaşının patlaması takip etti. Başından itibaren ABD-NATO’nun geniş topraklarını yağmalamayı hedeflediği Rusya’ya karşı bir vekil savaşı olan bu çatışma, tüm insanlığı nükleer bir felaketin eşiğine getirmiştir. Savaşın patlamasına ilişkin emperyalist açıklamaları ve Putin rejiminin gerici yanıtını reddeden DEUK, “Putin hükümetinin Ukrayna’yı istilasına ve ABD-NATO’nun savaş kışkırtıcılığına karşı çıkın! Rusya ve Ukrayna işçilerinin birliği için!” açıklamasında ileriye giden tek yolu şöyle açıkladı:

Bir felaket tehlikesi, ancak işçi sınıfının ABD içinde ve dünya genelinde devrimci sosyalist bir programa dayanan eylemiyle önlenebilir.

Bu programın temel bir ilkesi, “ulusal devlet”in savunulmasının reddedilmesidir. Varlığı dünya ekonomisinin baskınlığına ve üretici güçlerin küresel ölçekte karşılıklı bağımlılığına aykırı ulusal devlet, tarihsel olarak zamanını doldurmuş bir siyasi yapıdır.[13]

263. ABD ve İsrail, 7 Ekim 2023’te 2 milyondan fazla insanın uzun süredir kapatıldığı Gazze’deki açık hava hapishanesindeki Filistinlilerin Siyonist rejimin dizginsiz baskısına ve işgaline karşı ayaklanmasına, uzun süredir hazırlanan soykırım ve savaş planlarını uygulamaya koyarak yanıt verdi. DEUK, emperyalizm destekli İsrail’in Gazze’deki soykırımının ve Lübnan’a ve İran’a karşı saldırıların, gelişmekte olan küresel bir savaşın Ortadoğu cephesi olduğunu açıkladı. ABD’nin Ortadoğu’ya tam egemen olma yönelimi, Rusya’ya karşı savaşının ve Çin’e karşı savaş hazırlıklarının bir parçasıdır.

264. DEUK, emperyalist barbarlığın yeni merkez üssü olarak ortaya çıkan Gazze’deki soykırıma, uluslararası işçi sınıfı ve gençlik içinde savaş karşıtı kitlesel bir sosyalist hareket inşa etme mücadelesini daha da geliştirerek yanıt verdi. Dünya çapında düzenlenen konferanslarda, bu tarihi felaketin maddi kökleri ve buna nasıl son verilebileceği açıklandı. David North’un 18 Kasım 2023’te Londra’daki konferansta belirttiği gibi:

Bu [soykırım] sadece Siyonizmin tamamen gerici karakterine değil, aynı zamanda ulusal devlet sistemine kök salmış kapitalist sistemin çok ileri düzeydeki siyasi, sosyal, entelektüel ve ahlaki çürümüşlüğüne de tanıklık etmektedir. Tüm emperyalist güçlerin İsrail devletiyle uzlaşmaz dayanışmasının daha geniş anlamı burada yatmaktadır. Elbette ABD ve NATO müttefiklerinin İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü savaşa verdiği desteği belirleyen pragmatik jeopolitik çıkarlar vardır.

Ancak Filistinlilere karşı oluşturulan bu birleşik cephenin temelinde, onların mevcut İsrail devletinin feshedilmesini ve iki uluslu yeni bir federasyon kurulmasını gerektiren demokratik özlemlerinin yalnızca emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarını değil, emperyalist jeopolitiğin ve kapitalist egemenliğin tarihsel olarak zamanını doldurmuş tüm devlet yapısını tehdit ettiğinin kabul edilmesi yatmaktadır.

Ne Filistin halkının ezilmesi ne de tarihi ve hâlâ çok gerçek olan antisemitizm meselesi kapitalist sistem ve onun ulus devleti çerçevesinde çözülebilir.[14]

265. Demokrasinin çöküşü ve faşizmin yükselişi, küresel kapitalizmin krizinin en açık ifadelerinden bir diğeridir. Bu kriz, en yoğun ifadesini, burjuva demokrasisinin bir ayağının çukurda olduğu, iki büyük demokratik devrimin ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri’nde bulmaktadır. SEP’in (ABD) Ağustos 2024’teki Sekizinci Ulusal Kongresi’nde kabul edilen “2024 ABD seçimleri ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin görevleri” başlıklı kararda belirtildiği gibi:

Egemen sınıfın faşizme ve diktatörlüğe yönelmesinin temelini oluşturan nesnel nedenler şunlardır: 1) tırmanan küresel emperyalist savaş; ve 2) toplumsal eşitsizliğin aşırı büyümesi. …

Sosyalist Eşitlik Partisi, aşırı sağın büyümesinin Demokratik Parti’yi destekleyerek önlenebileceği iddiasını reddeder. Trump Kasım seçimlerinde yenilse ve başka bir darbe gerçekleştiremese bile, Amerikan emperyalizminin nesnel ekonomik ve toplumsal çelişkileri, Trump olsun ya da olmasın, egemen seçkinleri diktatörlüğe itmektedir. Trumpizm, kapitalizm çerçevesinde demokratik olarak çözülemeyen sistemik bir krizin semptomudur.[15]

266. SEP (ABD), Trump’ın ikinci kez iktidara gelmesinin Amerikan siyasi üstyapısının ABD’de var olan gerçek toplumsal ilişkilere uygun olarak yeniden düzenlenmesini temsil ettiğini açıkladı. Egemen sınıfın aşırı sağcı ve faşist hareketleri güçlendirmesi ve otoriter rejimlere yönelmesi küresel bir olgudur: Arjantin’de Javier Milei, İtalya’da Giorgia Meloni, Fransa’da Le Pen, Almanya’da AfD ve diğerleri.

267. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin açıkladığı gibi, 6 Ocak 2021’de anayasayı ortadan kaldırmak üzere darbe girişiminde bulunan bu faşist demagogun seçilmesinde, Demokratik Parti’nin iflası belirleyici bir rol oynamıştır:

Trump, siyasi zaferini Demokratik Parti’nin iflasına borçludur. Demokratik Parti’nin varlıklı orta sınıfın kimlik siyasetine saplantısı, enflasyonun işçilerin yaşam standartları üzerindeki yıkıcı etkisine karşı kibirli kayıtsızlığı ve Ukrayna’daki savaşa ve Gazze’deki soykırıma verdiği amansız destek, seçim bozgununa zemin hazırlamıştır.[16]

268. Türkiye’de 2002 yılından beri Erdoğan önderliğinde sağlamlaştırılan otoriter rejim bu küresel sürecin bir parçasıdır. Köklü bir otoriter rejim geleneğine sahip olan burjuvazi ve siyaset kurumu, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının ardından Türkiye’nin çevresinde patlak veren ve onu da içine çeken emperyalist savaş girdabında ve giderek daha büyük ve güçlü bir işçi sınıfının ortaya çıktığı derin toplumsal eşitsizlik koşullarında, durmadan sağa kaymıştır ve temel demokratik hakları ortadan kaldıran bir polis devleti inşa etmiştir. Türkiye ekonomisinin kapitalist küreselleşme süreçlerine entegre edilmesi, son on yıllarda sınıfsal ilişkilerde devasa dönüşümlere yol açmıştır. Artık Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğu kentlerde yaşamaktadır ve ücretli işçidir. Avrupa’nın gelir ve servet bakımından en eşitsiz ülkelerinden biri olan Türkiye, şiddetli sınıfsal karşıtlıklarla bölünmüş durumdadır ve egemen sınıf, patlamaya doğru giden bir toplumsal barut fıçısının üzerinde oturmaktadır. İşçi sınıfının artan militanlığı ve radikalleşmesi, son yılarda büyüyen fiili grev hareketlerinde ifadesini bulmaktadır. Otoriter rejim inşası, her şeyden önce işçi sınıfını hedef almaktadır.

269. Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınıp tutuklanmasının tetiklediği kitlesel protesto hareketi, otoriter rejime karşı geniş bir halk muhalefetinin olduğunu gözler önüne serdi. Hareketi kendi arkasına yönlendirip sonlandıran CHP’nin burjuva sağcı karakterine karşın, demokratik hakların savusu, toplumsal eşitsizliğe duyulan öfke ve sonu gelmeyen emperyalist savaşa yönelik muhalefetin harekete geçirdiği bu protestolar, temel mesele olan devrimci bir siyasi perspektifin ve önderliğin geliştirilmesinin aciliyetini gösterdi.

270. Siyasi operasyonlara karşı çıkan ve demokratik hakları ilkesel olarak savunan Sosyalist Eşitlik Partisi, Erdoğan hükümetine ancak burjuva muhalefet hiziplerini destekleyerek karşı çıkılabileceğini savunan orta sınıf sahte sol iddiaları kategorik olarak reddeder. Gerçekte taktiksel çatışmaları ne olursa olsun, tüm kapitalist düzen partileri egemen sınıfın en önemli gördüğü meselelerde hemfikirdir: NATO emperyalizmine bağlılık ve işçi sınıfına ve sosyalizme düşmanlık. Burjuva milliyetçiliğinin gerici karakteri ve açmazı, sert anlaşmazlıklar ne olursa olsun nihayetinde onu kendi içinde ve emperyalizmle anlaşmaya itmektedir. 28 Mart 2025 tarihli “Türkiye’deki kriz ve devrimci önderlik uğruna mücadele” başlıklı açıklamamızda belirttiğimiz gibi:

CHP; Erdoğan hükümetiyle işbirliği yapan aynı emperyalist güçlere yönelen burjuva milliyetçi bir partidir ve demokratik hakları savunmaktan aciz olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Türk burjuvazisinin devrim korkularını yatıştırmaya çalışan CHP, aynı anda bir “NATO partisi” olduğunu vurgulayarak emperyalist güçlere güvence vermeye ve desteklerini almaya çalışmıştır. Çok sayıda Stalinist ve Pablocu siyasi eğilim de kitle hareketini bütünüyle CHP önderliğine ve siyasetine tabi kılarak, devrimci sosyalist bir alternatifin gelişmesini engelleme rollerini yerine getirmiştir.

Bir burjuva partisi olarak CHP’nin omurgasızlığı ve siyasi teslimiyeti küresel bir olgunun parçasıdır. Vladimir Lenin’le birlikte 1917 Ekim Devrimi’ne önderlik eden ve 1938’de Dördüncü Enternasyonal’i kuran Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıkladığı gibi, çağımızda dünya genelinde burjuvazinin hiçbir hizbi demokrasiyi, toplumsal eşitliği ve anti-emperyalist bir politikayı tutarlı bir şekilde savunamaz. Bu görevler, toplumsal serveti yaratan ve emperyalist savaşın bedelini ödeyen işçi sınıfına düşmektedir. İşçi iktidarını kurma ve sosyalist politikalar uygulama görevi ulusal değil, uluslararası bir görevdir ve ancak sosyalist devrimin küresel ölçekte zafere ulaşmasıyla tamamlanabilir.[17]

271. Emperyalist savaşı ve otoriter rejimi üreten aynı kapitalist kriz, toplumsal devrim için de itici güç yaratmaktadır. Gazze’deki soykırıma karşı görülmemiş boyutta ve süreklilikteki küresel protestoların ortasında, Türkiye’de ve uluslararası ölçekte tanık olunan şey, işçi sınıfının kapitalizme karşı hücumunun ilk aşamalarıdır. WSWS’nin 2025 Yeni Yıl Açıklaması, 2020’lerin ilk yarısının kapsamlı bir analizi temelinde şu çıkarsamada bulunmuştur:

Geçtiğimiz beş yıla egemen sınıfın kapitalist krize verdiği yanıt damgasını vurdu. Önümüzdeki beş yıla ise sınıf mücadelesinin patlaması damgasını vuracak ki bu şimdiden başlamıştır. Dünyanın dört bir yanındaki işçiler tırmanan bir küresel savaşla; H5N1 kuş gribi ve mpox gibi yeni patojenlerin ortaya çıkmasıyla birlikte devam eden bir COVID-19 pandemisiyle; temel demokratik haklara yönelik koordineli bir saldırıyla ve sömürü ve sosyal yoksunlukta büyük bir artışla karşı karşıyadır.

Birbiriyle bağlantılı bu krizlerin temelinde, tüm toplumu kâra ve kişisel servet birikimine tabi kılan bir oligarşi bulunmaktadır. Oligarşiye karşı mücadele, doğası gereği, devrimci bir görevdir. Oligarşinin serveti kamulaştırılmalı ve ekonomik ve siyasi yaşam üzerindeki boğucu hakimiyeti ortadan kaldırılmalıdır. Bu da işçi sınıfının dünya ölçeğinde seferber edilerek siyasi iktidarı ele geçirmesini, üretim süreci üzerinde demokratik denetim kurmasını ve toplumu sosyalizm temelinde, yani özel kâr değil toplumsal ihtiyaç temelinde yeniden örgütlemesini gerektirmektedir.[18]

272. Bu, tüm dünyada DEUK’un ve Sosyalist Eşitlik Partilerinin işçi sınıfının devrimci öncüsü olarak inşa edilmesini gerektirmektedir. Bu kritik mücadele ancak Troçkist hareketin Stalinizme, sosyal demokrasiye, burjuva milliyetçiliğine ve her türden küçük burjuva oportünizmine karşı yüzyılı aşan aralıksız siyasi mücadele tarihinin dersleri üzerinde geliştirilebilir.

273. David North, 2023 Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD) Yaz Okulu’nda sunduğu açılış raporunda, “işçi sınıfının kitlesel hareketinin büyümesi, parti üyelerine daha büyük sorumluluklar yüklemektedir,” diyor ve ekliyordu: “Bu zorlukların üstesinden gelmek, parti üyelerinin eğitimine daha fazla önem verilmesini gerektirir. Bu eğitimin en önemli unsuru, kadroların Troçkist hareketin tarihine ilişkin bilgi ve kavrayışlarını artırmaktır.”[19]

274. Bu, Troçkist hareketin tüm aşamalarının merkezi tarihsel olaylarını, stratejik deneyimlerini ve kazanımlarını içerir. İlk aşama, Sol Muhalefet’in Ekim 1923’te kuruluşundan Dördüncü Enternasyonal’in Eylül 1938’de Paris’teki kuruluş kongresine kadar 15 yıllık bir dönemi kapsıyordu. Troçki, Stalinist bürokrasiye ve onun ulusalcı tek ülkede sosyalizm perspektifine karşı mücadelede, 1933 Almanya felaketinden sonra kurulması zorunlu hale gelen yeni Enternasyonal’in teorik ve siyasi temellerini attı.

275. İkinci aşama, Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşundan Uluslararası Sekreterlik’in Pablocu önderliği ile bölünmeye ve Kasım 1953’te Uluslararası Komite’nin kuruluşuna kadar geçen 15 yıllık dönemi kapsıyordu. Bu aşamada, öğretiye bağlı Troçkistler, Troçkizmden kopan ve hızla sağa kayan bir dizi küçük burjuva eğilime karşı Marksist ilkeleri savundular. Bunlar arasında Burnham-Shachtman eğilimi, “Üç Tez Grubu” ve nihayetinde küçük burjuvazinin demoralize olmuş katmanlarının kötümserliğini ifade eden ve işçi sınıfına ve sosyalist devrim perspektifine sırt çeviren Pablocular da vardı.

276. Üçüncü aşama, Uluslararası Komite içinde James P. Cannon’ın dünya Troçkist hareketine Açık Mektup’unun yayımlanmasıyla başlayan 33 yıllık bir mücadeleyi içeriyordu. Bu aşama Aralık 1985’te WRP’nin üyeliğinin askıya alınması ve Şubat 1986’da ulusal-oportünist döneklerle nihai kopuş ile sona erdi. Bu, Uluslararası Komite içinde uzun süreli bir iç savaş olarak tanımladığımız, DEUK’un hem dışındaki hem de içindeki Pablocu eğilimlerle bir dizi yoğun siyasi çatışma ile karakterize edilen bir dönemdi.

277. DEUK’un WRP ile bölünmesinden 2019’a kadarki dördüncü aşaması, geriye dönüp bakıldığında giderek daha açık hale gelen, tüm Marksist hareketin en önemli dönemlerinden biridir. Uluslararası Komite, bölünmeden muazzam ölçüde güçlenmiş olarak çıktı. Pablocu oportünizme karşı kazanılan kesin zafer, DEUK’un büyük bir teorik, siyasi ve örgütsel atılımının temelini oluşturdu. Oportünistlerin kovulmasının ardından yaşanan teorik-siyasi netleşme ve gelişmeyi, haklı olarak, “Troçkizmin rönesansı” olarak tanımladık.

278. David North, 2019 Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD) Yaz Okulu’nda sunduğu raporda, dördüncü aşamanın en önemli kazanımlarını şöyle özetlemişti:

Pablocuları hareketten çıkarma yönündeki son derece önemli hazırlık çalışması, dünya partisinin enternasyonalist bir temelde yeniden inşa edilmesi, DEUK’un uluslararası stratejisinin büyük bir dikkatle geliştirilmesi, Uluslararası Komite’nin birliklerinin partilere dönüştürülmesi ve Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin kurulması.[20]

279. DEUK, bu temelde, Uluslararası Komite’nin siyasi etkisini büyük ölçüde genişletebilmiş ve beşinci aşamaya girebilmiştir. David North bu aşamayı şu şekilde tarif etmiştir:

Bu, Sosyalist Devrimin Dünya Partisi olarak DEUK’un muazzam bir büyümesine tanıklık edecek olan aşamadır. Uluslararası Komite’nin 30 yılı aşkın bir süre önce tespit etmiş olduğu nesnel ekonomik küreselleşme süreçleri, devasa bir gelişme kaydetmiştir. İletişimi devrimcileştiren yeni teknolojilerin ortaya çıkmasıyla birleşen bu süreçler, sınıf mücadelesini, 25 yıl önce bile güçlükle hayal edilebilecek derecede uluslararasılaştırmıştır. Devrimci işçi sınıfı mücadelesi, birbirine bağlanmış ve birleşmiş bir dünya hareketi olarak gelişecektir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, bu nesnel sosyoekonomik sürecin bilinçli siyasi önderliği olarak inşa edilecektir. DEUK, emperyalist savaş biçimindeki kapitalist politikaya, sınıf temelli dünya sosyalist devrimi stratejisi ile karşı koyacaktır. Dördüncü Enternasyonal’in tarihindeki yeni aşamanın temel tarihsel görevi budur.[21]

280. Temel mesele, işçi sınıfının bilincini uluslararası ve tarihi görevlerine yükseltecek devrimci bir önderlik inşa etmektir. Yalnızca, uluslararası işçi sınıfının önceki stratejik deneyimlerinden gerekli dersleri çıkarmış olan en ileri bilimsel teoriye dayalı bir parti bu rolü yerine getirebilir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve onun şubeleri, çağdaş Marksizmin, yani Troçkizmin tarihsel mirasını tek başına temsil etmektedir. Sosyalist Eşitlik Partisi ve DEUK’taki kardeş partileri, en ileri görüşlü ve fedakâr işçilerin ve gençlerin kendi bayrağına kazanılacağından ve dünya sosyalist devrimini gerçekleştirecek maddi güçleri sağlayacağından emin olarak, uluslararası işçi sınıfını bu temelde eğitmeye, harekete geçirmeye ve birleştirmeye çalışmaktadır.


[1] Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, “Oppose Imperialist War and Colonialism!”, Fourth International, Cilt 18, No. 1, Yaz-Sonbahar 1991, s. 3. Bkz. https://www.wsws.org/en/special/library/fi-18-1/02.html

[2] Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, “Sosyalizm ve Emperyalist Savaşa Karşı Mücadele”, 3 Temmuz 2014. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2014/07/03/icfi-j03.html

[3] David North, “Sahte solun teorik ve tarihsel kökenleri”, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) İkinci Ulusal Kongresi Açılış Raporu, 8 Temmuz 2012. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2015/02/24/pseu-f24.html

[4] David North, “Foreword to The Frankfurt School, Postmodernism and the Politics of the Pseudo-Left: A Marxist Critique,” (Oak Park, MI: Mehring Books, 2015), ss. xxii-xxiii.

[5] Halil Çelik, “15 Temmuz darbe girişiminin birinci yılı: Siyasi bir değerlendirme”, 16 Temmuz 2017, Halil Çelik: Bir Sosyalizm Savaşçısı (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2022) içinde, s. 477-478.

[6] “Toplumsal Eşitlik’in açıklaması: Anayasa referandumunda ‘HAYIR’ oyu verin!”, 4 Nisan 2017. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2017/04/04/stat-a04.html

[7] Agy.

[8] David North, “Mısır Devrimi”, 1 Şubat 2011. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2017/04/25/egyp-a25.html

[9] David North, Alex Lantier, “Mısır’daki sarsıntılar dünya devriminde yeni döneme işaret ediyor”, 5 Temmuz 2013. Bkz. https://www.wsws.org/en/articles/2013/07/05/pers-j05.html

[10] Agy.

[11] Bill Van Auken, “Türkiye yol ayrımında,” 6 Haziran 2013. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2013/06/06/pers-j07.html

[12] David North, Joseph Kishore, “Sosyalist devrimin on yılı başlıyor,” 3 Ocak 2020. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2020/01/06/pers-j06.html

[13] Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, “Putin hükümetinin Ukrayna’yı istilasına ve ABD-NATO’nun savaş kışkırtıcılığına karşı çıkın! Rusya ve Ukrayna işçilerinin birliği için!” 25 Şubat 2022. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2022/02/25/nppm-f25.html

[14] David North, Siyonizmin Mantığı: Milliyetçi Mitten Gazze Soykırımına (İstanbul: Mehring Yayıncılık, Kasım 2024), s. 41. Çeviren: Ulaş Ateşçi.

[15] “2024 ABD seçimleri ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin görevleri,” Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) 4-9 Ağustos 2024 tarihleri arasında düzenlenen Sekizinci Ulusal Kongresi’nde kabul edilen ana karar. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2024/10/12/kxtx-o12.html

[16] WSWS Yayın Kurulu, “Donald Trump’ın seçilmesi üzerine,” 6 Kasım 2024. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2024/11/07/xezq-n07.html

[17] Sosyalist Eşitlik Grubu, “Türkiye’deki kriz ve devrimci önderlik uğruna mücadele”, 28 Mart 2025. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2025/03/28/clkk-m28.html

[18] WSWS Yayın Kurulu, “2025 Yeni Yıl Açıklaması – Oligarşiye, faşizme ve savaşa karşı sosyalizm”, 3 Ocak 2025. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2025/01/04/btvm-j04.html

[19] David North, “Emperyalist Savaş ve Sosyalist Devrim Çağında Lev Troçki ve Sosyalizm Mücadelesi”, 30 Temmuz – 4 Ağustos 2023 tarihlerinde düzenlenen SEP (ABD) Yaz Okulu’nda sunulan açılış raporu. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2023/09/09/nrxu-s09.html

[20] David North, “Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ndeki 1982–86 Bölünmesinin Siyasi Kökenleri ve Sonuçları”, 21 Temmuz 2019’da Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) Yaz Okulu’nun açılışında verilen konferans. Bkz. https://www.wsws.org/tr/articles/2019/08/20/icfi-a20.html

[21] Agy.