64. Komintern’in 1928’deki Altıncı Kongre’sinde benimsenen “Üçüncü Dönem” politikasıyla, komünist partilere, sendikalara, sosyal demokrat partilere ve burjuva ulusalcılara uyarlanmaktan vazgeçip, onun yerine bağımsız “kızıl” sendikaların kurulmasını ve bileşik cephe taktiğinin reddedilmesini içeren aşırı sol bir programı geçirmeleri talimatı verildi. Birleşik cephe taktiğinin yerini, sosyal demokrat partilerin “sosyal faşist” olarak adlandırılması aldı.
65. Komintern’in yeni politikasının, faşizmin yükselişinin sosyalist hareket için ölümcül bir tehlike oluşturduğu Almanya’da korkunç sonuçları olacaktı. Faşizm, ekonomik kriz eliyle yıkıma uğramış ve iki ana sınıf (burjuvazi ile işçi sınıfı) arasında ezilmiş, demoralize durumdaki küçük burjuvazinin hareketiydi. Sosyalist hareketin uğradığı yenilgiler, küçük burjuvazinin geniş kesimlerini, işçi sınıfının, onun sorunlarının çözümü değil ama kaynağı olduğuna inandırmıştı. Alman burjuvazisi, faşistleri, işçi örgütlerini imha etmek ve işçi sınıfını atomize etmek için kullandı. Hitler’in Nazi Partisi’nin Ocak 1933’teki zaferi, sosyal demokrasinin ve Stalinizmin ihanetlerinin sonucuydu. Sosyal demokratlar (SPD) burjuva Weimar Cumhuriyeti’ne güveniyor ve işçi sınıfını kapitalist devlete bağlıyorlardı. SPD ile Hitler’in partisinin “ikiz” olduğunu iddia eden Stalinist “sosyal faşizm” politikası, Komünist Parti ile Sosyal Demokrasi arasında, savunma amaçlı olsalar bile, her türü işbirliğine karşı çıktı. Bu politika, Komünist Parti’yi, SPD’ye hâlâ sadık olan işçilerin güvenini kazanma olanağından tümüyle mahrum bıraktı. Troçki, Komünist Parti önderliğinin canice bir kayıtsızlık içeren “Hitler’den sonra sıra bizde” sloganını geliştirdiği Aralık 1931’de şu uyarıda bulunmuştu: “Komünist işçiler; siz yüz binler, milyonlarsınız, gidecek bir yeriniz yoktur, size yetecek kadar pasaport bulunmayacaktır. Faşizm iktidara gelirse kafalarınızın ve kemiklerinizin üstünden korkunç bir tank gibi geçecektir. Kurtuluş yalnızca amansızca bir kavganın sonundadır. Yalnız sosyal demokrat işçilerle gireceğiniz bir mücadele birliği zaferi getirebilir. Komünist işçiler, acele edin, çok az zamanınız kaldı![1] Bu uyarının doğruluğu, Hitler 1933’te iktidara geldikten ve işçi sınıfının önderlerini tutuklamaya ve bağımsız örgütlerini imha etmeye başladıktan sonra, trajik biçimde görüldü.
66. Faşizmin Almanya’daki zaferi, komünist partilerin yozlaşmasında bir dönüm noktasıydı. Almanya’da uğranılan yenilginin görülmedik boyutuna karşın, Komünist Enternasyonal’in partileri içinde hiçbir muhalefet yoktu. Troçki, bu duruma, yeni partilerin ve yeni bir enternasyonalin kurulması çağrısı yaparak yanıt verdi. O, Temmuz 1933’te şunları yazdı: “Moskova liderliği, yalnız Hitler’in zaferini garantileyen politikanın her türlü hatanın ötesinde olduğunu ilan etmekle kalmamış ama olup bitenlerin tartışılmasını da yasaklamıştır. Ve bu rezil yasağa karşı çıkılmamış, tersine uyulmuştur. Hiçbir ulusal kongre yapılmamış, parti toplantılarında hiçbir tartışma çıkmamış, hiçbir uluslararası kongre toplanmamış, basında hiçbir tartışma olmamıştır! Faşizmin gümbürtülerinin ayağa kaldıramadığı ve bürokrasinin bu tür rezilce hareketlerine uysalca boyun eğen bir örgüt, artık işinin bitmiş olduğunu ve bundan sonra hiçbir şeyin kendisini canlandıramayacağını açığa vurur.”[2] Troçki, Sovyetler Birliği’ni, kapsamlı bir yozlaşmadan geçmiş olmasına karşın bir işçi devleti olarak tanımlamayı sürdürürken, onun -gerçek sosyalist çizgide ilerlemek şöyle dursun- varlığını uzun vadede sürdürmesinin, bürokrasinin bir siyasi devrimle alaşağı edilmesine bağlı olduğu uyarısında bulundu.
67. Troçki’nin Almanya’da Nazilerin yükselişine karşı Sosyal Demokrat Parti ile Komünist Parti’nin “birleşik cephe” oluşturması çağrısını reddederek Hitler’in iktidara gelmesinin önünü açan Stalinist Komintern, bu tarihi yenilginin ardından sağa savruldu. Komintern’in 1935’teki Yedinci Kongresi’nde işçi sınıfını burjuvaziye tabi kılacak “Halk Cephesi” programı benimsendi. Buna göre işçi sınıfı partileri, faşizme karşı demokrasiyi savunma adına burjuva “demokratik” partilerle ittifak kurmaya yönlendirildi. Faşizmin ancak işçi sınıfının uluslararası sosyalist devrimin bir parçası olarak iktidarı alması ve kapitalizmi yıkması ile yenilgiye uğratılabileceği şeklindeki Marksist perspektif reddedildi. Bu sınıf işbirlikçi yaklaşım, “tek ülkede sosyalizm” ulusalcı teorisi temelinde Sovyet bürokrasisinin çıkarlarının dünya devrimi zararına savunulmasına dayanıyordu. Burjuva hükümetlerle ittifak yararına işçi sınıfının devrimci yoldan iktidarı almasını bilinçli olarak engelleyen bu politikanın İspanya ve Fransa’da yıkıcı sonuçları oldu. 1936-38’de Fransa’da Stalinistlerin burjuva Halk Cephesi hükümetini desteklemesi işçi sınıfını demoralize ederken, İspanya’daki Halk Cephesi ihaneti sosyalist devrimi yenilgiye uğratarak Franco faşizminin zaferinin önünü açtı.
68. Aynı dönemde TKP, Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist rejimin Ankara ile ilişkilerini sağlamlaştırması doğrultusunda “desantralizasyon” kararı alarak açıkça Kemalist iktidarı desteklemeye koyuldu. Dönemin TKP liderlerinden Zeki Baştımar bunu daha sonra şöyle özetliyordu: “[Komitern’in 1935’teki VII.] Kongre[si], partimize yeni bir faaliyet devri açacak anahtarı verdi. Parti kendisine yeni bir savaş yolu tayin etti; O zamanki İsmet İnönü hükümetinin, memleketin millî bağımsızlığına, sosyal gelişmesine hizmet eden, memleketin ve halkın yararına olan bütün icraatlarında aktif olarak desteklenmesine karar verdi.”[3]
69. Yeni Enternasyonal için gerekli siyasi ve teorik zemini hazırlamak zor ve uzun bir süreçti. Troçki, 1933’ten Dördüncü Enternasyonal’in Eylül 1938’deki kuruluşuna kadar beş yıl boyunca, proletarya enternasyonalizminin programını ve perspektifini çeşitli merkezci siyasi eğilimlerin bakış açısından ayırmak için sabırlı ama kararlı bir siyasi mücadele yürüttü. Troçki’nin Stalinizme yönelik eleştirilerine katıldıklarını iddia eden Merkezciler, yeni bir Enternasyonal’in kurulmasına karşı çıkarak reformist ve devrimci siyaset arasında bir orta yol arıyordu. Merkezcilerin Dördüncü Enternasyonal’in kurulmasına muhalefeti, Troçki’nin Stalinist rejimin ve ona bağlı komünist partilerin karşıdevrimci rolüne ilişkin analizini reddetmelerinden ve temelde ulusalcı yönelimlerinden kaynaklanıyordu.
70. Ağustos 1936’da başlayıp Mart 1938’e kadar devam eden Moskova Duruşmaları, Stalinist bürokrasi tarafından örgütlenen ve neredeyse bir milyon insanın ölümüyle sonuçlanan karşıdevrimci şiddet dalgasının en açık ifadesiydi. Yüz binlerce sosyalist işçi ve aydın, Rus Devrimi’ni gerçekleştiren kuşağın en iyi temsilcileri katledilerek Sovyet ve uluslararası işçi sınıfına devasa boyutlarda bir darbe indirildi. Tarih ve bu benzersiz suçların kayıtları, çok sayıda burjuva propagandacının, Stalinizmin ve Troçkizmin tek ve aynı Marksizmin sadece değişik türleri oldukları iddiası bir yana, Stalinizmin, Marksizmin teorik ve siyasi mirasına dayandığı iddiasını itiraz edilemez şekilde çürütmektedir. Stalinizm ile Troçkizm arasındaki ilişki, en iyi şekilde Troçki tarafından tanımlanmıştır. Troçki, onların “bir kan nehri” ile ayrıldıklarını yazdı. İşçilerin ve gençlerin Büyük Temizlik’in derslerini çıkarması, Türkiye’de ve başka yerlerde bu siyasi soykırımı ve tarih tahrifatını halen savunmakta olan Stalinist güçlere karşı mücadelede kritik önem taşımaktadır.
[1] Lev Troçki, Almanya’da Faşizme Karşı Mücadele (İstanbul: Yazın Yayıncılık, 1998), s. 157. Çeviren: Orhan Koçak & Orhan Dilber.
[2] Age., s. 466.
[3] Zeki Baştımar’ın [Yakub Demir] Komintern’in VII. Kongresi’nin 30. yıldönümü kutlama toplantısında okuduğu rapor, Yeni Çağ, Ekim 1965, s. 861. Bkz. https://tustav.org/yayinlar/sureli_yayinlar/yeni_cag/yc_65_10.pdf